hegel, marx

Duyusal Paslanma Nedir? Karl Marx ve Hegel Düşüncesinde Akıl, Din ve Özgürlük Anlayışı

Bu Yazıda Neler Okuyacaksınız?

  • Duyusal paslanma nedir?
  • Kademeli diyalektik ve özgürlük arayışları.
  • Marx ve Hegel düşüncesinde din anlayışı.

Giriş

Deve kuşuna demişler ki hadi uç bakalım, “ben deveyim” demiş, peki o zaman şu yükü taşı demişler “ben kuşum” demiş. Marx ve Hegel’in durumu da biraz buna benziyor. İkisi de akıl ve özgürlük üzerine ciddi argümanlar geliştirmiş ve sentezlemiştir. Ama dönem koşullarından mıdır? Bilinmez, ne uçabilmişler ne de o yükü taşıyabilmişlerdir. Bu sebeple onların fikirleri birer ideoloji halini almış ve her ideoloji gibi katılaşmanın kurbanı olmuşlardır.

Duyusal Paslanma* Nedir?

Fikirler durmadan kendisini yenileyen, dönem koşullarına adapte eden düşünce anlayışlarıdır. Her fikir Ulus Baker’in Spinozoa temelli düşüncesiyle iki imge arasındaki bir duyumsamadan ileri gelmektedir. Ancak duyuların körelmesi fikirlerin içeriden değil dışarıdan gelmesine yol açmaktadır. Ben bu olaya duyusal paslanma adını veriyorum. Bu kavramı şöyle izah edebilirim; duyusal paslanma yaşayan birey, onun adına düşünecek, fikir üretecek ve karar verecek bir yönlendiriciye ihtiyaç duymaktadır. Bu şekilde bireylik vasfından uzaklaşarak robotik insana doğru evrim geçirir. Duyusal paslanma üç aşamadan oluşmaktadır. Bunlar sırasıyla şöyledir:

1- Birey etrafında olup bitenlere duyarsız kalmaya başlar.

2- Kişi ya çok sosyalleşir ya çok içine kapanır.

3- Onun adına karar verici mekanizmaları arar. Böyle bir otorite figürü onun için temel gerçekliktir. Bulunduğu her ortamda kendisi adına karar verici bir yönlendirici bulur ve kararlarında sorumsuz olduğunu düşünür. Bu durumda artık duyusal paslanma gerçekleşmiştir.

Kademeli Diyalektik ve Özgürlük Arayışları

Görüleceği üzere duyusal paslanma insan aklının evrimsel bir sürecidir. Hegel aklın bu evrimine kademeli diyalektik demiştir. Ona göre insan aklı ve özgürlüğü zaman içerisinde gelişen bir durumdur. Nitekim yazının icadından Covid19 aşısının bulunmasına kadar geçen süre de bir nevi kademeli diyalektik örneğidir. Özgürlük kısmında işler biraz daha karışıktır. Açıkçası duyusal paslanmaya uğrayan birey neyin özgürlük neyin tutsaklık olduğunu bilemeyecek kadar hipnoz altında yaşamaktadır. Özgürlük tamamıyla bir istençtir, Daron Acemoğlu’nun deyimiyle özgürlük yapıp etme kudretinden ziyade fırsatlara ulaşabilme yetisidir. Ancak fırsatlara ulaşım da kapital sistemin bir zorunluluğundan olsa gerek ekonomik yeterlilik ile doğru orantılıdır. İşte tam bu noktada Marx devreye girmektedir. Ona göre ekonomik yeterliliklerin kasıt işçinin emeğinin daha fazla sömürülmesidir. Bir fabrikada haftada 40 saat çalışan işçi çalıştığının 10 saati kadarını ücret olarak alıyorsa geri kalan 30 saat kapital sistemin kazancı olmaktadır. İşçinin emeği üzerinden kazanılan üretim fabrikanın sermayesine artı değer katmaktadır. Aldığı ücretle kıt kanaat geçinen işçinin yapıp etme kudreti olsa dahi, fırsatlara erişim noktasında ekonomik gücünün yetersizliği özgürlüğe erişimi imkansız hale getirmektedir. Burada Hegel düşüncesine yer vermek gerekir. O özgürlüğü kendini gerçekleştirebilme yetisi olarak görebilmektedir. Peki “kendini gerçekleştirmeden” ne anlamamız gerekiyor. Cevabı Marx’ta bulabiliriz. Marx’a göre kapilatist sistem bir canavardır, bireyin tüm yetilerini ve yeteneklerini elinden alır. Yeteneği elinden alınan birey kendini doğal olarak gerçekleştiremez. Doğu felfsefesinin bireysel huzuru tanımlaması gibi, “ne olursan ol önce kendin ol” ifadesi toplumsal huzurun bir mottosudur. Kendini gerçekleştiren birey doğasına uygun davrandığı için mutlu olacaktır ve mutluluk oldukça bulaşıcıdır. Yine Hegel düşüncesinde tanımlandığı üzere bir nesneyi tanımlarken doğal olarak onun zıttını da yaratmış oluyoruz. Bizler burada mutluluktan söz ederken huzursuzluğu da yaratmış oluyoruz. O zaman Hegel çözümlemesine göre “kendini gerçekleştirme” mutluluğun kaynağı ise, gerçekleştirememe de huzursuzluğun kaynağıdır.

Marx ve Hegel Düşüncesinde Din Anlayışı

Akıl konusunda Marx ve Hegel’in kademeli diyalektik anlayışından sonra din üzerine de benzer düşünceleri vardır. Berlin üniversitesinde eğitim aldığı sırada Marx, Hegel’ci gruptan oldukça etkilenmiş ve onların düşüncelerini kendi fikirlerinin altyapısı olarak tanzim etmiştir. Hegelci anlayışa göre din toplumsal gelişimin önündeki en büyük engeldir. Bir nevi kademeli diyalektiğin tıkanmasına yol açmaktadır. Marx düşüncesinde ise din bir afyondur. O dini, toplumları uyutma ve uyuşturma noktasında önemli bir aracı olarak görmektedir. Marx daha sonraları Engels ile fikirlerini geliştirdiği dönemde dinin, siyasetin ve kültürün yalnızca burjuvaya hizmet etmek için var olduğunu ve bu kavramların üst sınıfı ihya etmek için evrildiğini belirtmiştir.

Dipnot

*Bu kavramı aklın kademeli olarak gelişmesi gerekirken belirli dönemlerde durağanlaşma eğilimi göstermesine yanıt olarak kullandım.

 

Dr. Nurullah GÜNGÖR

nurullah@nurullahgungor.com.tr

Instagram @dr_ngungor

http://www.nurullahgungor.com.tr
Toplumsal Sözleşme Teorisi, İslâm hukuku, kamu yönetimi ve bürokrasi başlıca çalışma alanlarım arasında yer almaktadır. Instagram: @dr_ngungor

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*
*