İslâm hukukçuları tarafından zaman zaman tartışılan konuların başında da İslâm’ın bir devlet modeli öngörüp görmediği hususudur. Konuya ilişkin öne sürülen argüman Kur’ân-ı Kerim’de bir devlet fikrinden bahsedilmediği dolayısıyla İslâmın böyle bir hedefinin olmadığı yönündedir. Karşı argüman ise, her topluluğun varlığını idame ettirmek, düşün dünyasını gelecek nesillere aktarmak ve buna mukabil değişim ve dönüşümünü tamamlamak üzere bir devlet aygıtına ihtiyacın kaçınılmaz olduğu yönündedir. Söz konusu düşüncenin temelinde Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicreti ve akabinde gerçekleşen Medine Vesikası yer almaktadır. Bu vesikayı tezimizde Dünya’nın ilk toplumsal sözleşme örneği olarak kabul etmekteyiz.

Malumunuz olduğu üzere toplumsal sözleşmeler kurucu metinlerdir ve uzun yıllar süren toplum tecrübesi neticesinde ortaya çıkar. Genel kabul gören kanıya göre ise bir toplumsal sözleşmenin varlığı ancak toplumun yaşadığı kaotik durumu sulha erdirmek üzerine kurulu olmalıdır.

Bunun anlamı şudur, bir toplumdaki kargaşanın sorumluları o sorunun çözümünün bir parçası olamazlar, kaosu yaratanlar değil kaosa maruz kalanlar çözebilir. Bu sebeple devlet aygıtının hemen öncesinde bir toplumsal sözleşmenin varlığı kaçınılmazdır.

Medine Vesikası da böyle bir ortamda vuku bulmuştur. Farklı din ve mezheplere mensup yerleşik ahalinin kısmen iç etkenli olsa da genel itibarıyla dış etkenli sorunlarının bir potada eritilerek çözüme kavuşması Hz. Peygamber’in önderliğinde gerçekleşmiştir. Buradan yola çıkarak şunu anlıyoruz ki, toplumsal sözleşmede tarafların iyi niyeti olması ve bu tarafların kabul göreceği emin bir kişinin işaret edilmesi lüzumludur. Dolayısıyla toplumsal sözleşmeler re’sen ortaya çıksa da onu hayata geçirecek şartların da toplum tarafından oluşturulması önemlidir.

Dolayısıyla, bir devletin oluşum sürecinde toplumsal sözleşmeler önemli bir yapı taşıdır. Medine sürecindeki örneklikse ciddi bir kurumsal yapılanmanın öncüsüdür. Nitekim vesikanın tarihsel bağlamını bir başlangıç noktası kabul edersek 622 yılında Medine’de yaşanan süreç gözardı edilemeyecek kadar evrensel ilkeleri ortaya koyar.

Bu suretle İslâm, insan hakları temelinde yükselen, barışçıl niteliklere dayanan, ötekileştirmeyi yok sayan, sosyal devlet anlayışını içselleştiren, düşünce ve ifade özgürlüğünü temel alan, sınıfsal ayrımcılığı reddeden demokratik bir toplumsal sözleşmeyi kabul etmektedir. Bu niteliklere haiz bir sözleşme etrafında kurulacak devlet modelinin İslâm’ın özgül yapısına uygun olacağı kanaatindeyiz.

Dr. Nurullah GÜNGÖR

nurullah@nurullahgungor.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir