Korku, Cehalet ve Feraset Üçgeninde Toplumsal Aydınlanma
Tarih boyunca insanoğlu gerçeği aramayı misyon edinmiştir. Bunu kimi zaman bilerek kimi zaman da istem dışı gerçekleştirmiştir. Platon’un mağarasındaki tutsaklar gibi bazıları gölgeyi gerçeklik kabul etmiş, bazılarıysa da zincirini kırıp aklının peşinden gitmiştir. Sonuçta insanlık hep ikiye bölünmüştür, bir tarafta konformizmin tetiklediği cehalet, diğer tarafta bilinmeyeni sorgulamaya gayret gösteren feraset.
Bu bölünmüşlüğün kazananı her daim cehalet olmuştur. Çünkü cehalet mağara insanından izler barındırır, dili kuvvetlidir, öfkesi keskindir, korkutur, sindirir, yönlendirir, kontrol altında tutar. Feraset derin bir bilgelik gerektirir, anlamayı tercih eder, sevgiyi barındırır, iletişimi olanaklı kılar, sorgulamayı yeğler. Neticesinde de aydınlanmanın yolunu açar. Ancak feraset kitleleri kontrol edemez. Kitleleri cehalet kontrol eder. Almanya’da Hitler’in, İtalya’da Mussolini’nin, Sovyetler’de Stalin’in, Şili’de Pinochet’in, Çin’de Mao’nun, İspanya’da Franco’nun, Irak’ta Saddam’ın yaptığı gibi.
Kitle psikolojisi üzerine onlarca kitap yazılmıştır. Bunların en meşhuru, Gustava Le Bon’un “Kitleler Psikolojisi” ve Eilas Cannetti’nin “Kitle ve İktidar”ıdır. Bu eserlerin toplumun nasıl yönlendirileceği noktasında ortak bir açıklaması vardır. İlki, toplumun büyük çoğunluğunu cahil bırak, ikincisi korkut, üçüncüsü de düşünmelerine fırsat vermeyecek araçlar geliştir. Bahsi geçen bu üç kural tarih boyunca geçerli akçe kabul edilmiştir. Batı’da filizlenen aydınlanma hareketi ile bu üçlü sisteme karşı bir takım argümanlar geliştirilmiş ve dönem dönem de başarılı olunmuştur. Bugün insan hak ve özgürlükleri noktasında batının henüz istenilen seviyede olmasa da belirli bir standardı yakalaması sistemin ana dinamiklerine karşı olan mücadele ile doğrudan ilişkilidir.
Korku insanoğlunun evrimsel süreçte git gide kuvvetlenen güdülerinden biridir. Hepimizin bildiği üzere doğal seleksiyon sürecinde kullanılmayan özellikler kaybolur, kullanılanlar ise kendisini geliştirerek bir sonraki jenerasyona taşır. İşte korku duygusu da aralıksız bir biçimde kendisini geliştirmiştir. Böylece her nesil korkunun güncel bir sürümünü genlerinde barındırmış, davranışlarını bu doğrultuda şekillendirmiştir. Bugün sinemada en çok rağbet gören filmlerin korku temalı olması bizi nedense hiç şaşırtmıyor. Nitekim insan yemek içmek kadar korkuya da ihtiyaç duyar bir hale gelmiştir. Korkmadığında kendisini mutsuz ve yalnız hisseder. İşin garip tarafı beyin izlediğinin bir film olduğunu bildiği halde korkar. Çünkü kendisini inandırır, korkmaya ihtiyacı vardır ve bunu gidermesi gerekir.
İktisat bilimcileri insan davranışlarına ilişkin bir şablon çıkarma konusunda uzmandırlar. Kişilerin nasıl alışveriş yapıklarını, nelerden hoşlandıklarını, hangi müzik eşliğinde daha çok para harcadıklarını, hangi renklerin cazibesinin daha yüksek olduğunu, hangi saatlerde harcama yapmaya meyilli olduklarını araştırırlar ve sonra bunu aşağı yukarı tüm toplumlarda uygularlar. Aslında bu durum bize şunu gösteriyor, insan davranışları öyle bahsedildiği kadar komplike değil, nerede ne yapması gerektiğini bilen herkes bir başkasının zihnini ele geçirebilir. Son dönemlerde kullanılan zihin kontrol kavramı da bununla ilişkili bir durumdur. Ağlayan birisini gördüğünüzde içgüdüsel olarak ona yardım etmek isteyeceksinizdir. Ya da kendinden oldukça emin konuşan birisini otorite kabul edip şahsi düşüncelerini içinizde saklayacaksınızdır.
Evet…Güç her daim insanlık üzerinde etkili olmuştur, ancak tarihin akışı hızlı bir biçimde değişiyor, sistemler çözülüyor, dünya nüfusunun çoğunluğunu oluşturan cehalet kan kaybetmeye devam ediyor, aydınlanma hareketi gittikçe ivmeleniyor. Bilgi ve cehalet arasındaki uçurum en zengin ve en fakir arasındaki uçurum kadar büyüyor.
Sonuç itibarıyla 21. yüzyıl medeniyetler tablosu, merkezinde güçlü bilimsel kazanımların olduğu, entelektüel birikimin değer kazandığı, liyakatın zirve yaptığı, insan hak ve özgürlüklerinin yeni bir boyuta taşındığı bir görüntüyü yansıtıyor. Öte yandan bu tablonun içerisinde yer alabilmek için bilime, gelişime, moderniteye, kültüre, sanata ve her şeyden önemlisi insana değer verilmeli.
Dr. Nurullah GÜNGÖR
nurullah@nurullahgungor.com.tr
Hocam yazan elleriniz dert görmesin. Ne güzel açıklamışsınız.