Tedavisi mümkün olmayan hastalıklar için ağrıyı ve acıyı geçici olarak yatıştırmak ve hastanın şikayetlerini en aza indirgemek amacıyla çeşitli yöntemler uygulanmaktadır. İşte bu süreç “palyatif” olarak adlandırılmaktadır. Byung-Chul Han’ın “Palyatif Toplum” kavramı da özünü buradan almaktadır. 21. yy. küresel aygıtları, organik toplumsal gerçeklikte geri döndürülemez hasarlara neden olmaktadır. Bu hasarların oluşturduğu travmalar, kapitali korumak ve gerektiği takdirde de güçlendirmek için günlük aksiyomlar ile yatıştırılmaktadır. Chul Han bu durumun kronik bir hal almasında dolayı modern insanın her yönden kuşatıldığını, baskılandığını ve yabancılaştığını belirtmektedir.
Han’ın anlayışına göre bu kuşatma, tüketim döngüsüne dayalı bir alışkanlık geliştirmek üzere tasarlanmıştır. Sosyal medyanın ruhu olarak bilinen “filter bubble” algoritması nedeniyle kendi ilgi alanlarımıza giren, bizimle aynı düşünen, bizimle aynı hissiyatı taşıyan insanlarla sanal olarak bir araya geliyoruz. Ötekini yok sayıyor, ötekinin vermiş olduğu öğreticilikten, öteki ile yan yana durmanın getirdiği kazanımdan ve tecrübeden istifade edemiyoruz. Ötekine yer açmamakla, ötekini dinlememekle kendimiz gibilerini çoğaltıyor ve bir müddet sonra da aynılarımızı yok etmeye başlıyoruz. Neticede bu muazzam aynılaşma; yüzü gülmeyen, depresif bir insan modeli olarak karşımıza çıkıyor.
Elbette bu depresifliği yok etmek için çeşitli arayışlar içerisine giriliyor. En bilineni pek tabi ki alışveriş. Alışveriş temelli davranış kalıbı nitelikli bir doyumsuzluğa yol açıyor ve bir sonraki alışverişe kadar huzursuzluk girdabı geçici olarak sakinliyor. İnsan, kendine düşman gördüğü ötekinden korunmak, aynıları ile daha fazla vakit geçirmek ve her an uyandırabileceği depresif modunu sakin kılabilmek için çılgınca tüketime yöneliyor.
Kapitalin doğası gereği tüketim, rekabet ve sürekli verimlilik beklentisi günümüz insanını adeta birer makineye dönüştürüyor. Peki bu makine, bireyin iç sesi ile iletişime geçmesine imkan sağlayabilecek koşulları oluşturabilir mi? Pek mümkün görünmüyor. Bireyin kendinden uzaklaşması için kurulmuş inorganik bir düzen söz konusu. Han’ın işaret ettiği üzere kısa süreli dopamin salgıları, video oyunları, diziler, sosyal medya paylaşımları bireyin kendine yabancılaşması için etkin bir rol oynuyor. Kısa süreli bu palyatifler, hastalığın teşhisine bile izin vermiyor.
İnsanlık derin bir kurtuluşa, farkındalığa muhtaç. Kapitalin yaratmış olduğu sosyal gerçeklik bireyin kendisi ile olan münasebetini artırmaktan çok uzakta. Belki de bu nedenden Chul Han sermayenin yarattığı kaotik ortama sitem edercesine şu cümleleri sıralıyor, “Kapitalizm iyi bir hayat anlatısına sahip değildir, yalnızca hayatta kalmayı mutlaklaştırır, hayatta kalma kaygısı, iyi hayat sürme kaygımızın çok daha ötesine geçti”.
Her ne kadar Han’ın eleştirileri haklı olsa da, bu kaotik ortamdan tamamen kurtulmanın da pek mümkün olmadığını kabul etmek gerekir. Zira kapitalizm, içinde yaşadığımız sistemin temelini oluşturmaktadır. Ancak bireylerin bu sisteme teslim olmaları da söz konusu değildir. Kişinin kendisiyle olan bağını güçlendirmesi, iç dünyasına yönelmesi ve hayatın anlamını sorgulaması, bu kaotik ortamda bir çıkış yolu bulmasına yardımcı olabilir.
İnsanoğlu her zaman daha derin bir farkındalığa, manevi bir uyanışa muhtaçtır. Ancak günümüzde bu ihtiyaç daha da belirginleşmiş durumdadır. Kapitalizmin dayattığı tüketim kültürü, bireyi kendinden uzaklaştırmakta, onu sürekli bir tatminsizlik döngüsüne hapsetmektedir. Bu nedenle Han’ın da vurguladığı gibi, hayatın gerçek anlamını keşfetmek, maddi kaygıların ötesine geçmek elzemdir. Ancak bu sayede insan, varlığının derinliklerinde saklı olan huzuru ve mutluluğu yakalayabilir.
Yine Chul Han’ın ifadesiyle “Like” toplumu bizi yavaş yavaş zehirlemekte, yapay bir insan modeline dönüştürmektedir. Maddi tüketimin ötesinde bireyin kendisiyle buluşması, tanışması ve diyaloğa geçmesi gerekiyor. Yalnızca kendisini beğenen, kendi düşüncelerini üstün kılan, kendi fikirlerini alameti farika olarak gören ve başkalarına ait hiçbir şeyi takdir etmeyen davranış kalıbından kurtulmak gerek. Aksi takdirde bu palyatif toplum bizleri bir gün tamamen yok edecek.