Max Weber Social Contract Theory

“Bize acı çektiren kötülüklerin çoğunun tamamen gereksiz olduğunu ve ortak bir çaba ile birkaç senede yok edebileceklerini çok az insan anlamış görünüyor. Bütün uygar ülkelerde çoğunluk isteseydi, yirmi yıl içinde dünyada kötülüğün yarısını oluşturan bütün yoksulluğu, nüfusumuzun onda dokuzunu çaresizliğe mahkum eden ekonomik köleliği yok edebilirdik. Dünyayı güzellik ve yaşama sevinciyle doldurabilir ve evrensel barışı sağlayabilirdik. Bunu başaramamamızın biricik nedeni, hayal gücümüzün hantallığı ve şimdiye dek olagelenleri, zaten olması gerekenler olarak görmemizdir. İyi niyet, cömertlik ve zekayla bunların hepsinin üstesinden gelebiliriz” (1) diyor  Bertrand Russell.

Empresyonizmden nasibini almış bu yorum, varoluşçu bakış açısının minimal bir tezahürü gibi görünse de, söz Russell’dan çıkınca üzerine eğilmek gerekebilir. Russell bu metinde ideal olandan bahsederken ahlaki bir terim ve ifade kullanmamıştır. Ahlakın kıyısından geçmiş ancak töz’e değinmemiştir. Acaba bunu neden yapmıştır? 

Kapitalist egemen dünyada ahlakın tüketimle eşdeğer bir yapıya bürünmesinden kaynaklı bir ironi olabilir mi? Bauman’a göre günümüzde bir insanın ahlakı ne kadar mal aldığıyla doğru orantılıdır, mal satın aldıkça ahlak da artmaktadır. Sistem insanı bu şekilde evriltmiştir. Ahlak ve insan davranışları arasındaki bu şeffaf ilişki özel bir istekle karmaşıklaştırılmaktadır. Ahlakın çözülemez bir gizemin parçası olduğu vurgulanarak tüketim endeksli bir yaşam öğretisi aşılanmaktadır. 

Felsefi bir düşün olarak ifade edilen “Benzer nedenler, benzer tepkilere yol açar” argümanı post-modern insanın içerisine düştüğü cadı kazanının en güzel açıklamasıdır. Kapitalist sistem insanların öngörülebilir bir davranış içerisinde olmalarını ister. Öngörülebilir insanın alışkanlıklarını yönlendirmek kolaydır. Çünkü alışkanlığı iyi bilinen insanın alışveriş yapma yetileri, ahlaki güdüleri, bireysel arzuları kolaylıkla yönlendirilebilir. Bu şekilde birey sistemin otonom bir çarkı haline gelir. Tıpkı bir fabrikadaki üretim hattı gibi, herkesin bir görevi vardır ve irademiz bize verilenlerle sınırlıdır. Aslında insan tükettikçe küresel ekonominin boyunduruğuna girmektedir. Bu sebeple üretmeden tüketen toplumlarda ahlaki bir albeni beklemek pek mümkün değildir.

Tüketim-ahlak ilişkisinin bu kadar girift bir yapıda olmasının yegane sebebi, kapitalizmin küresel ölçekte güçlü bir yönlendirici  güç olmasından ileri gelmektedir. Bir şekilde ahlakın sınırlarını muğlaklaştırmak yoruma açık bir alan bırakmakta, bireysel ve toplumsal davranışlar kolaylıkla şekillendirilmektedir.

Ancak sistemin dayattığı robotik alışkanlıklara panzehir olarak yeni yetiler üreten toplumlar istikrarlı bir anlayışla dayanışma kudretini artırabilir. Bu yönde bir eğilim üretim faktörünü tetikleyerek ahlaki normları da en üst düzeye çıkarabilir.

Peki ahlaki norm dediğimiz unsurlar nelerdir? 21. yy. için konuşacak olursak, ehliyet ve liyakat, bireyler arası ilişkilerde dürüstlük, toplumsal ölçekte nezaket, bireylerin kamuya duyduğu güven, kamunun bireyin hakkını gözetmesi, hak ve ödev ilişkisinin adaletli bir şekilde dağılımı, manipülasyondan uzak bir iletişim, istikrarlı bir huzur, yeteri kadar samimiyet ve önyargısız bir kültürdür.

Dr. Nurullah GÜNGÖR

Kaynakça

Bertrand Russel, Politik İdealler, bgst yayınları, 2015, s. 26. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir