dav

Geçtiğimiz hafta sonu İthaki Yayınları tarafından yayımlanan Mary Douglas’ın “Kurumlar Nasıl Düşünür?” eserini okudum. Yazar, lisans, yüksek lisans ve doktora derecelerini Oxford Üniversitesi’nde tamamlamış. 1977 yılında Amerika’ya gitmiş ve Russel Sage Vakfı’nda Kültürel Araştırmalar yöneticiliği yapmış. 1981 yılında Avalon Vakfı Beşeri Bilimleri Profesörü olarak çalışmış ve Northwestern Üniversitesinde de görev almış. Princeton Üniversitesinde konuk profesör olarak da ders anlatan Douglas 2007 yılında hayatını kaybetmiş.

Kendisinin ilk çevirisini okuduğum Merve Özcaner’in yalın Türkçe’siyle dilimize kazandırılan bu eser demokratik sistemler içerisinde kurumların davranış biçimini oldukça özlü ve derinlemesine analiz etmiş. Kitabın girişi şu ifadelerle başlıyor:

“İş birliği ve dayanışma hakkında yazmak, aynı zamanda ret ve güvensizlik hakkında yazmak anlamına gelir. Dayanışma, bireylerin daha büyük grup adına acı çekmeye hazır olmalarıyla ve grubun diğer üyelerinden aynı şeyi kendileri için yapmalarını beklemeleriyle ilişkilidir. Bu sorular hakkında serinkanlılıkla konuşmak zordur. Sadakat ve kutsallık gibi çok kişisel duygulara dokunurlar. Kendisine güvenilmiş ve fedakarlık talep etmiş veya fedakarlık gösterilmiş biri, toplumsal bağın gücünü bilir. İster otoriteye duyulan bir bağlılık, ister tiranlığa duyulan bir nefret, isterse uç noktalar arasında bir şey olsun, toplumsal bağın kendisi sorgulanamayacak bir eşey olarak görülür. Onu gün ışığına çıkarıp sorgulama girişimleri direnişle karşılanır. Ancak toplumsal bağın irdelenmesi gerekir. Herkes etrafındaki güven duygusunun niteliğinden doğrudan etkilenir. Bazen safça bir metanet, liderlerin halkın ihtiyaçlarını görmezden gelmesine yol açar. Bazen güven kısa vadeli ve kırılgandır, kolaylıkla yerini paniğe bırakır. Bazense güvensizlik öyle derindir ki iş birliği imkânsız olur.” (s.13)

Hepimizin bir dönem kafasını meşgul etmiş toplum kavramının minimal bir örneklikle açıklandığını görüyoruz. Yazar diyor ki:

“Bir otobüste tesadüfen yan yana gelmiş insanlar ya da gelişigüzel bir kalabalık, toplum ismini hak etmez. Üyeler arasında bir düşünce ve his benzerliği olması gerekir.” (s. 24).

İlerleyen sayfalarda Durkheim epistomolojisi üzerinden toplumu yorumlamaya devam ederek, örgütleyici düşüncede toplumun rolünün arttığını, buna mukabil bireyin rolünün ise azaldığının ifade ediyor. (s. 26)

Dinin ve bilimin birbiri ile olan ilişkisini şöyle açıklıyor:

“Epistemoloji konusunda karma bir Durkheim-Fleck yaklaşımı bilime veya dine gereğinden fazla ayrıcalık verilmesini engeller. Bilim ve din, düşünce dünyasının eşit derecede ortak ürünleridir; bireysel düşünürlerin kolektif menfaati yaratmak için nasıl bir araya geldiğini açıklayamadığımız sürece ikisi de olağan dışı görünen başarılardır.” (s.59-60)

Yazar, toplumun bireyin karar alma mekanizmasında doğrudan etkili olduğunu şu sözlerle açıklıyor.

“Birçok toplum türünde gizli dizilimler, bireyleri öngörülmemiş tuzaklarda yakalar ve hiç seçmemiş oldukları yollarda sürükler.”(s.66)

Ders kitaplarının her on yılda bir güncelliğini yitirdiğinden bahseden Douglas, bunu bilim ve teknolojideki gelişmelere bağlamakla beraber altında yatan asıl gerçeğin bu olmadığını ifade eder. Ona göre tarih biliminin devamlı suretle güncellenmesi hali hazırda var olan çarpıklığı günümüze uygun hale getirmekten başka bir şey değildir. O bunu şu ifadelerle anlatır.

“Eğer tarih bir aynaysa, düzeltmeler yapıldıktan sonra bile görüntüyü eskisi kadar çarpıtır.” (98).

Kurumsal bir unutma vakası ve sınıflandırma başlıkları ile devam eden kitap, kurumsal hafızaya ilişkin kayda değer değerlendirmelerde bulunur.

Douglas’a göre “kurumsallaşmış topluluk kamu hafızasını organize eder” (s.144)

Kitabın son bölümünde kullandığı ifadelerde ise, iletişimin yalnızca bireysel ve toplumsal hayatta değil kurumsal alanda da ne kadar hayati bir konu olduğunu gözler önüne seriyor.

“O halde, farklı türdeki kurumlar çatışmaya girdiğinde diplomasiden ne bekleyebileceğimizi sormalıyız. Aynı doğal anolojilerine dayanan, aynı adalet fikirlerinden etkilenmiş, aynı tür kurumlar arasında diplomasinin bir şansı vardır. Ama farklı tür kurumlar arasındaki diploması genelde başarısız olur. Uyarılar yanlış yorumlanır. Akla ve doğaya başvurmak bir taraf için zorunluyken, diğer tarafa çocukça ve düzmece görünür.”  (s.174)

Dr. Nurullah GÜNGÖR

nurullah@nurullahgungor.com.tr

KAYNAKÇA

Mary Douglas, Kurumlar Nasıl Düşünür, trc. Merve Özcaner,  1. Baskı, İstanbul, İthaki Yayınları, 2016.

Kitabın Orijinal Künyesi, How Institutions Think, Syracuse University Press, 1986.

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir